Ermeni Meselesi ve պատիվ (Şeref)/Mustafa ERDOĞAN
Türkiye günlerdir Fransa’nın Ermeni Soykırımı inkarını cezalandırmaya çalışmasını tartışıyor. Aslında tam da, bu toprakların yaşam felsefesine uygun bir durum. “Meselenin kendisinden çok dışarıdan nasıl algılandığı”yla ilgilenme halimizi bilmez misiniz? Türkiye’ye gelen orta halli Alman’a, Fransız’a Goethe, Bourdieu muamelesi yaparız. Hemen bizim hakkımızda ne düşündüğünü sorarız. Fransa’nın yasa tasarısına tepkimizin bundan ne farkı var?

1915 olayları için ‘Soykırım‘ gibi sistemli zihin dünyasının ürünü olan kavramı kullanmak ağırımıza gidiyor. Benim de öyle. Bu aslında çok iyi bir durum. ‘Böyle bir şeyi yapmış olamayız biz ya’ düşüncesi takdire şayandır. Ayrıca Türklerle Ermeniler arasında böylesi sistemli nefrete yol açacak bir geçmiş, bir fikri çatışma yoktur. Ancak öyle ya da böyle bu toprakların asırlardır yaşayan halklarından biri, Ermeniler, bu coğrafyadaki mevcudiyetini büyük oranda yitirmiştir. Sırf bu acı, bu kardeşliğin kaybı bile bir ortak anmayı, paylaşmayı gerektirmez mi? Yoksa ‘Ama onlar da bize saldırdı’ mı demeliyiz? Bu cümle yapılanların soykırım olduğunu kabul anlamına gelmez mi?

Tamam, soykırım kelimesi (lisede Milli Güvenlik Dersinden gördüğümüz üzere :)) 3T planının bir ürünü. Kızmayın bu eğitim sistemi büyüttü beni de. 3T mi ne? Tanıma,toprak ve tazminat! Peki yüce devletlülerin isteğine göre ve sömürgeci Batının oyuncağı haline getirdiği soykırım kavramını kabul etmeyelim. (Gerçekten de Batı, soykırım gibi bir ayıbın müslüman bir ülkeye de yapışmasıyla rahatlayacak. Yoksa açlıkla boğuşan 4-5 milyon Ermeni’yi düşündüklerini sanacak kadar saf ve Batı muhibbi mi olmalıyım bilemedim şimdi.)Ancak tekrar ediyorum sırf bu acıyı küllendirmek için ‘bir özür’ çok mu zor?

Ermenistan’daki 5 milyon insana tamamen tek taraflı olarak vatandaşlık ve tabii bu topraklarda yaşama hakkı tanımak mı bizi bölecek? Sefaletle boğuşan birkaç milyonluk Ermenistan’dan geleceği söylenen bu 3T talebinden korkmak abes aslında ama hadi devlet refleksi bunu ön planda tutuyor diyelim. Peki halklar arasında da mı hala bu nefret var? Bitmeyecek bir kin midir bu? Bugün bizim diye böbürlendiğimiz İstanbul’daki eserlere bakın isterseniz. Nusretiye Camii, Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Kulesi, Kadir Has Üni. Binası vs.vs. Tüm bunlardaki yansımadaki dinden, ırktan çok ötede, aynı toprağın ürünü olmayı göremiyor musunuz hala?

Yaşadıklarımız çok acı gerçekten. Topraklarının %80’ini kaybeden bir devlet(Osmanlı). Aynı zamanda imparatorluk debdebesinin en büyük güzellikleri olan unsurları 200 yıldır yitirmeye başlamış bir devlet. Müslüman Arnavutlar bile ayaklanıp, ayrılmış da Ermenilerle başbaşasın hala. Ve entelektüellerin küçümsediği ‘Rus yardımıyla bağımsız Ermenistan kurmak için ayaklananlar olduğu iddiası‘ da sonuna kadar gerçek. Tıpkı ASALA terörünün canımızı yaktığı kadar gerçek. Ancak dönemin İttihatçı hükümetinin ayaklanan Ermenilerin dışında da (kaldı ki ayaklanan Ermenilerin çoğu Kafkas Ermenisi yani Rusya vatandaşı, Osmanlı Tebaaı bile değil), farklı coğrafyalardan binlerce kadını, çocuğu iyi niyetle SÜRMESİ! bile basit bir ÖZRÜ hak etmiyor mu? 1 kişinin ölümü bile çok acıyken, sayıları milyona varan bir kitleden bahsediyoruz. O dönem bu ülke nüfusunun onda biri olan bir topluluk! Ve de en resmi söylemle bile yollarda telef olan bir topluluk!

Annesi Adapazarlı, Charles Aznavour, (asıl adı) Shahnour Vaghenag Aznavourian’ın bir söyleşisinde geçiyordu. “Ermeniler ‘sağlığına’, Yahudiler ‘yaşama’ içerken, Türkler bunu ‘ŞEREFE‘ diye yapar” demişti. Evet soykırım denen soğuk kelimeyi kendimize uzak görüyor, bunu kendimize yakıştıramıyoruz. Sevindirici olan bu duyguya bin yıl beraber yaşadığımız Ermenilerin de ‘şerefi’ olduğunu en azından ölülerine saygıları olduğunu ilave ederek, ortak gelecek için önce bir özür, sonra da beraberce ağlamanın yolunu bulmalıyız. Bunu yapacak, yüzünden, özünden, sözünden bu toprakların çocuğu olduğu her halinden belli yürekli bir adamı da (Hrant’ı) ortadan kaldırdık. Artık işimiz daha zor ama imkansız değil.

Yorum bırakın